NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُوسَى بْنُ
إِسْمَعِيلَ حَدَّثَنَا
وُهَيْبٌ
حَدَّثَنَا
أَيُّوبُ
عَنْ
عِكْرِمَةَ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ قَالَ
بَيْنَمَا
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَخْطُبُ
إِذَا هُوَ بِرَجُلٍ
قَائِمٍ فِي
الشَّمْسِ
فَسَأَلَ عَنْهُ
قَالُوا
هَذَا أَبُو
إِسْرَائِيلَ
نَذَرَ أَنْ
يَقُومَ
وَلَا
يَقْعُدَ
وَلَا
يَسْتَظِلَّ
وَلَا يَتَكَلَّمَ
وَيَصُومَ
قَالَ
مُرُوهُ فَلْيَتَكَلَّمْ
وَلْيَسْتَظِلَّ
وَلْيَقْعُدْ
وَلْيُتِمَّ
صَوْمَهُ
İbn Abbas (r.a.) şöyle
anlatmıştır:
Rasûlullah (s.a.v.)
(insanlara) hitab ederken, güneşin altında ayakta duran bir adam görüp durumunu
sordu.
Bu, Ebû İsrail'dir.
Ayakta durmayı, oturmamayı, gölgelenmemeyi, konuşmamayı ve oruç tutmayı adadı,
dediler.
Nebi (s.a.v.):
"Ona söyleyin;
konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın" buyurdu.[187]
İzah:
Buhari, eymân; îbn
Mâce, keffârât; Muvatta; Ahmed b. Hanbel, IV, 168.
Münzirî, bazı
âlimîerin; hadiste anılan Ebû İsrail'in, Kayser el-Âmirî olduğunu çünkü
sahabeler arasında Ebû israil künyesinin sadece bu zâta ait bulunduğunu
söylediklerini nakleder. Münzirî'nin bildirdiğine göre, Ebû İsrail'in adı bu
hadisten başka hiçbir hadiste geçmemiştir. Ebû Kasım el-Beğavî; Ebû İsrail'in
adının Kuşeyr olduğunu söylemiştir.
Bezlü'l-Mechûd'da ise,
Ebû Amr'ın; "Onun adının Cuseyr olduğu söylenildi" dediği
kaydedilmektedir. Ebû İsrail'in, Ensar'dan mı yoksa Kureyş'ten mi olduğunda da
ihtilâf vardır.
Hz. Nebi (s.a.v.),
cemaate karşı konuşma yaparken güneşte ayakta duran birisini görünce adamı
merak edip sormuş. Kadı Iyaz; "Hz. Nebi'in sorusu, adamın adını öğrenmeye
yöneliktir. Kendisine cevap olarak isminin söylenmesi de bunu gösterir"
der. Ancak başkaları, sorunun hem adamın adını hem de durumunu öğrenmeye yönelik
olduğunu söylerler.
Hadis-i şerifte iki
yönlü bir adak söz konusudur. Bunlardan birisi masiyet (günah) yönü, diğeri de
tâat yönüdür. Adağın güneşin altında hiç oturmadan ayakta durma ve konuşmama
şeklinde olan kısmı masiyet, oruç tutma kısmı da tâattır. Hz. Nebi (s.a.v.);
adağın masiyet olan kısmını reddetmiş, ibadete ait kısmının ise devamını
istemiştir.
Hadisten anlıyoruz ki,
Kur'an'da ve sünnette meşru oldukları belirtilmeyen ve insana eziyet veren
şeyler ibadet değildir. Yalınayak yürümek, güneşin altında kalmak bu
kabildendir.
Avnü'l-Ma'bûd sahibi;
Hz. Nebi'in Ebu İsrail'i ayakta durmaktan ve güneşin altında kalmaktan men
etmesini gözönüne alarak, hadisin, günah işleme konusundaki adakların geçerli
olmayacağına hamledildiğini söyler. Bundan Önceki babın ilk hadislerim izah
ederken bu konuda âlimlerin farklı görüşte oldukları belirtilmiş ve bu
görüşlere işaret edilmişti.
Kurtubî de; Ebû İsrail
kıssasının, günah olan veya gücünün yetmeyeceği bir şeyi yapmayı adayana
keffaretin gerekli olmadığını söyleyenler için büyük bir delil olduğunu
söyler. Bu meselenin de münakaşası daha önce geçti. Burada tekrarına gerek
duymuyoruz.
Hattâbî; hadisteki,
adağa konu olan şeylerden orucun dışındakilerin bedene eziyet verdikleri ve
birer ibadet olmadıkları için, günaha dönüştüklerini; dolayısıyla bu adaklara
vefanın gerekmediği gibi, keffaretin de lâzım olmadığını savunur.
Bu konuda Aynî'nin
söyledikleri de şöyledir: "Oruç bir ibadet olduğu için, Hz. Nebi
(s.a.v.)Ebû İsrail'e orucunu tamamlamasını emretmişti. Ama diğerleri böyle
değildir. Bu hadis, mubah olan şeyleri konuşmama ve Allah'ı anmayı terketmenin
tâat olmadığına delildir. İçerisinde tâat olmayan, kitap ve sünnetle ibadet
oldukları bildirilmeyen; güneşin altında durmak gibi bedene eziyet olan şeyler
de böyledir. Tâat, Allah ve Rasûlü'nün emrettikleridir."
Avnü'I-Ma'bûd sahibi;
hadisi, bazı mutasavvıfların nefis tezkiyesi adı altında nefse zulüm ederek
kendilerine eza ve cefa etmelerinin caiz olmadığına da delil olduğunu
kaydeder.